7 Eylül 2007 Sayı: 2007/35(35)

  Kızıl Bayrak'tan
   Kapsamlı saldırılar dönemi ve
düzenin açmazları
  2. AKP hükümeti ve demokrasi beklentileri…
Yeni hükümet programı...
Devlet ve düzen cephesinden
barış mesajları!
1 Eylül Dünya Barış günü eylemlerle kutlandı...
Dünya Bankası’ndan yüksek öğrenimde “reform” talebi!
  12 Eylül karanlığı bugünün mayasıdır!
  Türk-İş’in Bakü toplantısı....
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem / 4
  Yazılı medyanın işlevi ve güncel sorunları üzerine - U. Taner
  Mamak 4. Kültür Sanat Festivali üzerine...
  İşgalci İngiliz ordusu
Irak kentlerini terketti!
  Dünyadan kısa kısa...
  Ortadoğu’dan...
  Viktor Jara: “Biz kazanacağız!”
  Jose Maria Sison derhal serbest bırakılsın!
  Yeni döneme geleceği yaratacak olmanın umuduyla merhaba…
  Yılmaz Güney’i ölümünün 23. yılında saygıyla anıyoruz…
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Ağustos ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kanla sulanmış “stadyum”da korkuyu yenenler...

Ve boş kaleye gol atarken korkuya yenilenler!

Viktor Jara: “Biz kazanacağız!”

1974 yılında Dünya Şampiyonası elemelerinde Şili ile SSCB baraj maçlarında eşleştiler. İlk maçın golsüz sona ermesi üzerine hangi ülkenin milli takımının finale kalacağının belirlenmesi 21 Kasım’da gerçekleşecek rövanş maçına kaldı. Rövanş maçı Şili’de yapılacaktı. Şili’de 11 Eylül’de gerçekleştirdikleri kanlı darbenin ardından iktidar koltuğuna oturmuş askerlerin de dayatmasıyla Şili Futbol Federasyonu, rövanş maçının Ulusal Stadyum’da oynanması için FİFA’ya başvuruda bulundu. FİFA başvuruyu kabul etti. Böylece daha kan lekelerinden yeni temizlenen Ulusal Stadyum kullanıma açılmış olacaktı. O stadyumda nice yiğit devrimciler, ozanlar, anneler, çocuklar can vermemiş gibi, sahada top koşturulacaktı.

Bunun üzerine Sovyetler Futbol Birliği FİFA’dan maçın başka bir ülkede oynanması talebinde bulundu. Şili halkının kanıyla sulanmış bir stadyumda maç yapmalarının insani ölçülere sığmayacağını belirttiler. FİFA’nın Sovyetler Birliği’ne yanıtı ise oldukça hızlı oldu. FİFA Sovyet milli takımını bir tercih yapmaya çağırıyordu. Ya binlerce insanın katledildiği o sahaya çıkacak ve top oynayacaklardı, ya da kupadan ihraç edilmeyi göze alacaklardı.

Sovyetler Futbol Birliği bunun üzerine FİFA’yı protesto eden ve Şilili yoldaşlarının anısına saygısızlık yapmayacaklarını bildiren bir açıklama yaparak şampiyonadan çekildi. 21 Kasım günü maç saati geldiğinde sahada sadece 11 kişi, Şili milli takımı vardı. Bir kısmı yürekleri kanayarak da olsa adım atmışlardı o sahaya. Herbirinin ailesinden ya da çevresinden en az bir kişinin kanı vardı Ulusal Stadyum’da... Bir kısmı adım attığı anda gözyaşlarına boğuldu. Yanlış olduğunu yürekten bilmelerine rağmen Pinochet’in kılıcının saldığı korku ile rakipsiz kaldıkları boş sahada topa koşarlarken, ayaklarının altında kanla beslenmiş sahanın çimleri değil, onurları eziliyordu. Oysa o stadyumda daha bir yıl önce nice katliamlar yaşanmış, nice yiğitlik destanları yazılmıştı...

Ulusal Stadyum’da 1 yıl 1 ay 10 gün önce...

Şili’de ABD destekli faşist darbe gerçekleştikten sonra sokaklardan, evlerden, işyerlerinden, üniversitelerden toplanan insanlar daha önceleri mitingler, konserler ve futbol maçları için geldikleri stadyumda bu kez zorla sahaya sokuldular. Zorla, ite kaka, elleri-gözleri bağlanarak... Tedirgin olmakla beraber daha çok öfkeliydiler. Geçen her dakika bir kurşun sesi ile beraber bir Şilili çimlere kapanıyor, her dakika yürekler saat gibi atıyor, uğultu artıyordu.

Stadyumda sorumlu olarak Pinoche’nin sağ kolu olan Albay Mario Manriquez Bravo bulunuyordu. Bravo, her türlü yetki ile donatılmış, sınırsız kurşun saçma, dilediği işkenceyi yapma hakkına sahipti. Binlerce insanı stadyumda toplayan Bravo, vakit kaybetmeksizin yetkisini kullanmanın peşindeydi. Zira o Pinoche’nin sağ kolu olmasının yanı sıra darbeci zihniyetin sadık bir köpeği, kraldan çok kralcı bir dalkavuktu.

Ancak Bravo için işler yolunda gitmedi. Elindeki silaha güvenen Bravo karşısında en ufak bir direniş kıpırtısı olamayacağına derin bir güven duyuyordu. Ancak gözden kaçırdığı nokta stadyumdaki devrimcilerin de silahlı olduğuydu. Silahları yürekleri, elleri, gitarları olsa da... Psikolojik savaş taktiklerinde sözde usta olan eğitimli katil, duyduğu rezil özgüven yüzünden hazırlıksız yakalanmıştı.

Stadyumun sessizliğini yırtan bir ses duyuldu... Ses Bravo’yla dalga geçiyordu adeta. Yumuşak, kadife gibi ama bütün stadyumu dolduran bu ses “Biz kazanacağız!” diye haykırıyordu. Bravo gerildi, kızardı, sesin geldiği yere doğru yöneldi. Ancak sesin yönü karıştı. Çünkü bir anda stadyumda toplanmış yürekler bütün güçleri ile, hatta Victor Jara’nın o güzelim sesini de bastırarak haykırmaya başladılar... “Biz kazanacağız!” Victor Jara, stadyum da sessizliği yırtan bir fırtınanın kendisi oldu... Cellat elbette böyle bir yenilginin altında kalmak istemedi. Askerler, küçük dağları kendisinin yarattığını sanan Bravo da dahil,Victor Jara’nın etrafını sardılar. Victor Jara şarkısına devam ediyordu, sanki onlar orada yokmuş gibi, sanki bir katliamın ortasında değil de bir özgürlük mitingindeymiş gibi... Askerler saldırdılar. Jara’yı öldüresiye dövdüler. Jara olacakların bilincinde olan her devrimcinin alacağı tutumu aldı. Susmadı. Var gücüyle şarkısını söylemeye devam etti.

Askerler Victor Jara’nın silahının gitarı olduğunu düşünerek ellerini kırdılar. Bir daha gitara dokunamayacak hale getirdiler, yıllarca gitarın tellerine basa basa parmak uçları nasırlaşmış ellerini... Victor Jara susmadı. Katiller sürüsü anlamıyordu, onların kitabında direnmek yoktu. Ellerini kestiler... Dilini kestiler sonra. Ardından kafasını bir dipçikle ezdiler. Victor Jara ise dünya üzerinde ne kadar darbeci varsa, ne kadar aşağılık katil, sürüngen asalak kapitalist varsa onları korkutan bayıltacak bir şey yaptı; susmadı... Sesi 400 bin kişi ile birleşmiş, tam o sıralarda İtalya’daydı. Inti Illimani yürekten bağlı olduğu Şili halkı için var gücüyle “El pueblo unido jamas sera vencido” (Birleşmiş halk asla yenilmeyecek!) diye haykırıyordu... Jara susmadı... Dünyanın dört bir yanında insanlar Jara için gözyaşı dökerken, “Venceremos” diye sesleniyordu. Pravda muhabiri yiğit Jara’yı ve ödlek katiller sürüsünü şu sözlerle anlatıyordu:

“Victor Jara dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı refakatçisiyle, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile askerler Victor’un ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar.”

Binlerin tanıklığı önünde Ulusal Stadyum’da katledilen Jara’nın dilsiz cesedi daha sonra bir çöp kutusunda bulundu. Jara gibi katledilen yüzlerce insan ise uçaklardan atılarak şehre yağdırılmıştı.

Binlerin katledildiği Şili faşist askeri darbesinin sonucunda Pinoche iktidara kuruldu. Ancak ABD kuklasının bütün çabalarına rağmen Şili’de katledilen binler ölümsüzleşti. Allende’nin son nefesini verene dek elinden düşmeyen silahı ile, Jara’nın zaferi müjdeleyen sesiyle, darbecilere karşı sokak aralarında sürdürülmeye çalışılan direnişle, katledileceğini bile bile af dilemeyen yüzler ile, Şili’nin her bir toprak parçası ve özellikle Ulusal Stadyum mezbahası direnişin, özgürlük mücadelesinin ve inancın simgesi oldu...

1974’te Sovyet milli takımı Ulusal Stadyum’a adım atmazken, korkudan kendi onurunu ayaklar altına alanlar, sonradan pişman olmalarına rağmen topa koşanlar işte böyle bir tarihin üzerinden geçmişlerdi. Onlar boş kaleye gol atarken korkuya yenilmişlerdi, oysa aynı Stadyum’da 1 yıl 1 ay 10 gün önce bilinç ve inançla korkunun ezilip geçilebileceği gözler önüne serilmişti!